MUHABBET - Sina Hakman

Eskiler Alırım, Eskiciii...

Herkesin bildiği gibi bilgisayar teknolojisi o kadar hızlı ilerliyor ki, artık aldığınız son model bilgisayar bile üç-dört yıl içinde tarih oluyor. Örneğin, birkaç sene önce 2000 dolara aldığımız 386 PC'miz artık tarih oldu. Geçen gün düşündüm; aslında tarih olacak bir durum yok. Zamanında 386'larla çok kullanıcılı sistemlerde bile çalışırdık. Bilgisayarların zamanla yavaşlama gibi bir sorunları olmadığına göre, niye bu bilgisayarlar tarih oluyor? Sanırım bunun en önemli nedeni yazılımların değişmesi. Eskiden tek bir diskete sığan kelime işlem programları artık CD-ROM'lara sığmıyor. Grafik ve çokluortam uygulamaları daha hızlı bilgisayarlar gerektiriyor. Yani hep eski programlarımızı kullanacak olsak aslında hiç sorun yok. Eski bilgisayarlarımızı kullanmaya devam edebiliriz.

Asıl sorun bilgisayarların eskimesi değil; bizim bundan nasıl en az etkileneceğimiz. Teknolojinin bu hızlı ilerlemesi karşısında tek şansımız baştan tedbirli davranmak. Önceden hesabımızı yapacağız ki sonradan başımız belaya girmesin. Son zamanlarda bir sürü kişi bana bilgisayar almak istediğini söyleyip, "Sence ne almalıyım?" diye soruyor. Çoğu kişi özellikle 486'ların fiyatlarındaki düşüşü görüp bilgisayar almaya niyetleniyor. Tanıdıklardan, dergilerden ve gazetelerden fiyatlar alınıyor. En ucuz olan bilgisayarlar 486 işlemcili olduğu için herkesin merakı bir soruda birleşiyor: "Pentium'la, 486 arasında çok fark var mı?" Ben de kurulmuş plak gibi bugünün teknolojisinin Pentium olduğunu ve artık 486 alınmaması gerektiğini söylüyorum. Tabii herkeste hayal kırıklığı yaratıyorum. Bana soran kişi 486 almaması gerektiğine kesin bir biçimde ikna oluyor ama, aklı yine de az para ödemekte.

Şimdi benim durumumu düşünün. 486'ların artık ortadan kalktığı bir devirde, bana soranlara "486 alın." demek pek de kolay değil. Bir sene sonra adam sormaz mı, "Madem bu eski teknolojiydi, ne diye bize 486 aldırdın?" diye. Ama öte yandan bilgisayar almak isteyen kişi Windows 3.1 kullanarak çalışmayı planlıyorsa Pentium aldırmanın da alemi yok. Ben kendi kafamda bile doğru yolu kolaylıkla bulamazken, haliyle yol gösterdiklerimin de kafası karışıyor. Eskiden biz de 386 ya da 486 kullanıyorduk. 250 MB'lik diskler rahat rahat yetiyordu. Şimdi yeni yazılımlar sayesinde bu durum değişti.

Bilgisayarla Ne Yapalım

Bilgisayar almadan önce onunla ne yapmak istediğinizi çok iyi belirlemek gerekiyor. Bunu belirledikten sonra nasıl yapacağınız önem kazanıyor. Yani hangi yazılımı kullanarak bu işleri yapacaksınız. Önce "Ne", sonra "Nasıl". Ancak ondan sonra bilgisayar almaya koyulmak mümkün. Bilgisayar konusunda bana danışanlara "Bilgisayarla ne yapmak istiyorsunuz?" diye soruyorum. Genellikle benzer cevaplar var. "Bizim kız (ya da oğlan) bu sene üniversiye (liseye ya da ilkokula) başlayacak. Ona bir bilgisayar almak istiyoruz." gibileri en yaygın cevaplardan. Anlıyorum da sizin çocuk ne yapacak bilgisayarla? Yani oyun mu oynayacak, resim mi çizecek, yazı mı yazacak, yoksa eğitim programları mı çalıştıracak? Bunlar belirsiz. Belki de çocuk sadece yazı yazacak. O zaman 386 bile yeter. Ama genellikle öyle olmuyor. Şimdi oyun çağı. Üstelik oyunların neredeyse tamamı CD-ROM'larda ve çok güçlü bilgisayarlar istiyor. Bu durumda çocuğuna bilgisayar alan birinin hiçbir masraftan kaçmayıp iyi bir bilgisayar alması mantıklı olur. "Bilgisayarla ne yapmak istiyorsunuz?" sorusuna gelen bir başka cevap da, "Valla, kendi işlerimi yapmak için istiyorum." oluyor. Aynı bilinmezlik burada da geçerli. İş var, İŞ var. Mektuplarınızı yazmak için bilgisayar istiyorsanız durum farklı, hesaplarınızı tutacaksanız durum farklı. Bu nedenle önce ne yapmak istediğinize karar verin. Daha sonra bunu hangi programla yapacağınızı düşünün. Donanım gereksinimlerini de buna göre saptayın. Örneğin, yazı yazmak için yazıcısız bir bilgisayar almanız pek anlamlı değil. Özetle, bilen birine danışmadan önce ne yapmak istediğinizi iyi belirleyin ki, bu kişi size bu işi hangi programlarla yapabileceğinizi anlatabilsin ve bilgisayarınızı da ona göre seçin.

Burada bir çıkmazla karşı karşıya kalıyoruz. Kullanacağınız yazılımı birkaç yıl sonra değiştirmek isteyebilirsiniz. Bu durumda istediğiniz yeni yazılım sizin bilgisayarınıza uygun olmayabilir. Örneğin bugün Windows 3.1'le çalışmaya karar verdiniz ve 486 işlemcili bir bilgisayar aldınız. Bir sene sonra Windows 95'e geçmeye karar verdiğinizde vay halinize: Bilgisayarınızı değiştirmek zorundasınız. Bu durumda imdada yenileme yetişiyor. Bilgisayarınızın işlemcisini ya da başka parçalarını yenileyerek, onu çağdaş bilgisayarlar düzeyine çıkarabilirsiniz. Tabii buna da çok güvenmeyin. Eski 386'ları yenileyip onları Pentium'lu bilgisayarlar haline getirmek pek de mümkün değil. Bu da demektir ki, satın aldığımız bilgisayarlar er ya da geç eskiyecek.

Eski bilgisayarlarımızı ne yapalım?

Eğer yazılımlarınızı değiştirmeyi düşünmüyorsanız, bilgisayarınız eskimez. Örneğin Windows 3.1'de çalışan bilgisayarınızı aletin ömrü yettiği kadar kullanabilirsiniz. Bu durumda birçok bilgisayarı verimli kullanma şansınız var. Örneğin benim annemle babamın bilgisayarı hala 386 ve son derece memnunlar. Çünkü yapmak istedikleri şeylere cevap veriyor. DOS için yazılmış bir muhasebe programını kullanacak birinin çok yeni bir bilgisayara ihtiyacı yok. 1 MB'lık 386'larla da rahatlıkla idare eder. Eski bilgisayarları değerlendirmek için bunun gibi daha birçok seçenek var. Bilgisayar konusunda danıştığınız kişilere bu seçenekleri mutlaka sorun. Böylece eski bilgisayarınız da bir işe yaramış olur.


Internet'in Bu Hali Ne Olacak?

İnanın Türkiye'de Internet'in durumu beni çok üzüyor. Sanki Internet'in Türkiye'de gelişmemesi için birileri çabalıyor. Korkudan mıdır, bilmemekten midir, bilemiyorum. Ama birileri engel oluyor. Internet'in bu durumu bana yaşadığım bir olayı hatırlatıyor. Size onu anlatmak istedim. Olay Ankara'da 8-9 yıl önce geçiyor. Kahramanımız, yani ben, bilgiye susamış genç bir Türk programcısı. O zamanlar Internet falan yok. Mesleğimiz hakkında yurt dışından ancak dergi ve kitap alarak bilgi ediniyoruz. O zamanlar bir dergide gördüğüm bir reklam beni fena halde cezbetti. Firmanın biri shareware yani paylaşımlı yazılımlardan oluşan geniş bir kaynak program kütüphanesine sahipti. Listede birçok yazılım vardı. Sıkıştırma programları, grafik programları. Üstelik de kaynak kodlarıyla. Yani programın programlama diliyle yazılmış hali. Başkalarının yaptığı programları incelemek ve kullanmak, bunlardan bilgi almak gözüme çok iyi bir fikir gibi göründü. Hemen bir mektup yazdım. 1-2 hafta içinde cevap geldi. Fiyatı, özellikleri gibi bilgilerin olduğu bir broşür göndermişler. Mektubun içinden bir de sipariş formu çıktı. Fiyatları da makul olduğu için hemen kredi kartı bilgilerini yazdık ve sipariş formunu postayla yolladık. Yaklaşık bir ay sonra postada pembe bir kağıt buldum. Üzerinde gümrüğe tabi bir postam olduğunu, bir hafta içinde posta işleme merkezine gelmezsem geri gönderileceği yazıyordu. O anda ne geldiğini anlamadım ama sonra ısmarladığımız programların geldiğini tahmin ettim. Hemen posta işleme merkezine gittim. Orada odadan odaya dolaşıp çeşitli defterlere kayıtlar yaptırıp kaşeler vurduktan sonra, benim paketi ortaya çıkardılar. Oradaki memurun sert hareketleriyle paket açıldı. Adamcağız bantı kesmek için kutunun bir kenarına bıçağı soktuğu gibi diğer tarafından hızlıca çekiyor. Ben "Aman dikkat, kutunun içinde nazik eşyalar var." demeye çalıştım ama sonuç vermedi. Neyse, kutu açıldı disketler çıktı. 360K'lık eski tip tam 12 adet disket. Görevlilerden biri kutunun içinde fatura olmadığını söyledi. Ben "Faturaya ne gerek var?" diye düşünürken, adam "Başka türlü ithal edemezsiniz." dedi. Ben şaşkınlık içinde sordum "Nasıl yani, ben bunu ithal mi edeceğim?" dedim. Bu sorunun üzerine görevli, en çok 5 diskete izin verildiğini daha fazlasının ithal edilmesi gerektiğini ve disket başına da 10 Mark fon vermemiz gerektiğini söyledi. Ben bir firma olmadığım için ithal izni gibi belgeler alma şansım da yoktu. Görevliler bu durumda bu paketi almamın mümkün olmadığını ifade etti. Adamlara durumu açıkladım. "Bakın" dedim, "eğer bu disketler 1.44MB'lık olsaydı bütün bu programlar 3 diskete sığardı. Ama adamlar 360K'lık disketlerde göndermişler. Bu yüzden bu kadar disket tutuyor." Fakat görevlileri ikna etmek mümkün değil. En sonunda "Peki, ne olacak, bana bu paketi vermeyecek misiniz?" diye sordum. Cevap açık ve netti: "Hayır, paketi geri göndereceğiz." Sonuçta epey bir uğraş sonunda Posta İşleme Merkezi'ndeki görevlileri bu seferlik bana bir iyilik yapmaya ikna ettim. "Bir dahaki sefere olmaz ha!" sözleriyle kutuların açıldığı tozlu tezgahtan disketler alındı ve kutuya geri tıkıştırıldı. Disketlerin ne yazık ki birkaçı bozulmuş. Bu yüzden bazı programlara bakamadım. Bu olayla ilgili yorum yapmaya gerek yok. Tek yazacağım, Türk Telekom o zaman PTT'nin içindeydi. Ne yazık ki özelleşmesine rağmen anlayışlarında pek değişiklik yok. Türkiye'ye bilginin girmesini engellemek için her zaman neden bulunmuştur ve bulunacaktır. Resmi dairelerde bir iş yapmak için evrak defterlerine yapılan kayıtlar, basılan kaşeler nasıl durmadan artıyorsa, bilgiye konan engeller de her zaman artacaktır. Bizim görevimiz ülkemizdeki bu yanlışlığı her aşamada protesto etmek ve yapılması gerekeni önermektir. Bunun için sizleri Türkiye'de Internet'in 3. Yılı kampanyasına ve Internet'te Sanal Eylem'e katılmaya çağırıyorum. İşte adresleri

Kampanya: http://www.bilkent.edu.tr/inet-turkey/Gorusler.html
Sanal Eylem: http://www.bilkent.edu.tr/sanal/


İletişim için: Sina Hakman shakman@best.com.tr