Serdar Büyüközer
Büyük Düşünmenin BüyüsüMERHABA! YENİ yılınız kutlu olsun. Bu benim PC World dergisinde düzenli köşe yazarı olarak ilk yazım. Aranızda benim öteki yazılarımı okumamış olanlar olabilir diye öncelikle kendimi biraz tanıtmak, sonra da yeni yılın ilk yazısını yazmak istiyorum.1985 yılından beri profesyonel olarak bilgi işlem sektöründeyim. Öğrenmekten ve öğrendiklerimi paylaşmaktan büyük bir zevk alıyorum. Önceleri işimin bir parçası olarak sektör basınına zaman zaman makaleler yolluyordum. PC Magazine dergisine yazdığım IBM OS/2 işletim sistemi hakkında bir yazı, Balaban Cerit (Genel Yayın Yönetmeni) tarafından beğenilince, düzenli köşe yazarı olma teklifi aldım. Ama Bilişim Dergisi için. O zaman aynı ekip hazırlıyordu. Böylece Mayıs 1995'te düzenli köşe yazarı oldum. Ağustos 1995'te PC Magazine'e geçtim. Ocak 1996'da da PC World'e. Yazılarımda, bilgisayarı az bilen ama daha fazla öğrenmeye arzu duyan meraklı bir okuyucu kitlesine seslenirim. Her yaştan, her meslek gurubundan okura, bilgi işlemle ilgili her konuda yazarım. Yazılarım ağırlıklı olarak PC hakkındadır. Zaman zaman sadece genel olarak bilgisayarın günlük yaşamımıza ne kadar girdiğini gösteren yeni teknojileri de tanıttığım olur. Teknik problem çözme, alışveriş konularına ise dergilerin başka sayfalarında yer verildiği için pek değinmem. Güncel konuları, daha yazılmamış yeni konuları araştırıp yazmak hoşuma gider. Öğrenmek istediğiniz yeni konular hakkında benden yazı isteyebilirsiniz. Bu yazıları zevk için yazıyorum. En çok zevk aldığım nokta da okurlarımın beni arayarak yazdıklarımdan bir şeyler öğrendiklerini söyledikleri anlar. Bir keresinde bir okurum, bilgisayarın nasıl çalıştığını anlattığım bir yazıyı sakladığını ve kendisine bu konuda soru sorulduğunda yazımı referans verdiğini söyledi. Kelimenin tam anlamıyla dört köşe oldum. Aslında köşemin adının Dört Köşe olması da bir tesadüf değil. Yazılarımı okurken sizin de keyiften dört köşe olabilmenizi arzu ediyorum. Buna uygun tarzda yazmaya özen gösteriyorum. Son olarak, hafta içi hergün Açık Radyo'da (94.9) yayınlanan (saat 18:40'ta) Bilgisayar Dünyası programına Pazartesi günleri düzenli olarak konuk oluyorum. Yine bu tarz bilgiler veriyorum. Her ay birlikte olmak dileğiyle...
YAPTIĞINIZ HER ŞEYDE BİRİNCİ SINIF OLUN Aralık ayında ticaret hızlanır. Hele bilgi işlem sektöründe satışların aylık dağılımı incelendiğinde Aralık ayı çok ama çok önemlidir. Aralık ayında izin kullanmak, hastalanmak yasaktır. Aralık bitti. Şimdi Ocak ayındayız. Herkes alışverişini yaptı. Artık 1996'ya dönüp neler yaptık, nasıl daha iyi yapabilirdik gibi sorular sorup, 1997'yi nasıl geçirmek istediğimizi düşünme zamanı. Tabii ki bu sorular sadece bilgi işlem sektörü çalışanlarına özgü değil. Herkes için geçerli. Bu aralar okuduğum bir kitabın etkisindeyim. Kitabın adı: Büyük Düşünmenin Büyüsü (Magic of Thinking Big). Kitabın yazarı okuyucusunu çok iyi gaza getiriyor. Okuyunca kendiniz için yararlı işler yapmak konusunda bayağı güçlü bir motivasyona kavuşuyorsunuz. Moraliniz yükseliyor. Her zaman kendinize, ' ben bundan daha iyisini hak ediyorum, daha iyisine layığım, daha iyisini istiyorum ve daha iyisini alacağım' türünden telkinde bulunmanızı öğütlüyor. ' Büyük yol almak istiyorsanız, büyük düşünün, kendinize büyük hedefler koyun, kendinize ve başaracağınıza inanırsanız başarabilirsiniz.' diyor. Kitapta beni en çok etkileyen öğütlerden biri şu oldu: Yaptığınız herşeyde birinci sınıf olun. ' Sorularınız olduğunda birinci sınıfa gidin. Başarısız birinden tavsiye almak kansere karşı nasıl tedavi gerektiği konusunda sahte diplomalı doktora başvurmaya benzer.' ' Birinci sınıf olun. Bu kural satın aldığınız mallar ve hizmetler dahil yaptığınız herşeyde izleyeceğiniz en muhteşem yoldur.' ' İnsanlar sergilediğiniz kaliteye göre sizi değerlendirir.' İşte bu noktada kitabı tanıtmayı bırakıp sektörümüze gelmek istiyorum. Bu dergiyi okuduğunuza göre büyük olasılıkla bilgisayar satıyor ya da kullanıyorsunuz (yani alıcısınız). Müşteri ya da satıcı değilseniz bile olmak üzeresinizdir. Ne de olsa özel bir konuyu işleyen dergiler berberde sıra beklerken okunmuyor değil mi? Siber-Berber (Cyber-Cafe gibi), hımm, bunu bir düşüneyim. Yani biz de alıcı ya da satıcı olarak, birinci sınıf olmak ya da olmamak (' böyle olsa da olur, boşver, böyle gelmiş böyle gider' demek) arasında tercih yapıyoruz. Müşteriyseniz, bir düşünün bakalım. Satınalma tercihlerinizi nasıl belirliyorsunuz? Kimlerden alışveriş ediyorsunuz? Ne tür ürünleri kullanmayı tercih ediyorsunuz? Birinci sınıf bir müşteri misiniz? Satıcı iseniz, kendinize sorun. Nasıl ürünler satıyorum? Ürünü kimlerden alıyorum, kimlere satıyorum? Sattığım ürünler sunduğum servisler birinci sınıf mı? Ben birinci sınıf bir satıcı mıyım?Birinci sınıf mısınız? Ne mutlu size. Sırlarınızı bizimle paylaşır mısınız? Birinci sınıf olmak istiyor musunuz? Tebrikler. Başarmanızı canı gönülden diliyoruz. Peki birinci sınıf olup olmadığımızı nasıl değerlendireceğiz. Kitapta bununla ilgili pratik örnekler var. Günlük yaşamdan seçilmiş basit, sade örnekler. Ancak ben daha fazla alıntı yapıp yazımı bir kitap tanıtım yazısına dönüştürmek istemiyorum. Merak ediyorsanız, kitabı Dr. David J. Schwartz yazmış. Türkçe'ye Tanol Türkoğlu çevirmiş. Kitap, Geliştiren Kitaplar Dizisi'nin 10 numaralı üyesi. Dizi Editörü de tanıdık bir isim: Doğan Cüceloğlu. Yayıncı, Sistem Yayıncılık. Ben bir örnekle yazıma devam etmek istiyorum. Bundan bir kaç yıl önce İstanbul'da 30 metrekareye kurulu bir toplama PC atelyesini ziyaret etmiştim. O zamanın hatırı sayılır, dergilerde sık sık ilanını gördüğünüz bir şirketin üretim yeriydi. Şimdi o marka yok. Raflarda duran temel parçalar, lise mezunu gençler tarafından, müşterinin isteğine uygun olarak üretiliyor. Üzerine yine müşterinin istediği yazılımlar yüklenerek teslim ediliyordu. Lisans, el kitabı falan yok tabii. O ziyaret benim için çok ilginç olmuştu. Çünkü ilk kez, Türkiye'de hala çok popüler olan Toplama PC'lerin, nasıl toplandığını görmüştüm. (Şu anda daha büyük kapasitelere sahip şirketler olduğunu biliyorum, ben sadece kendi gördüğüm örneği anlatıyorum) Bu yıl çok keyif alarak bir başka PC üretim yerini ziyaret ettim: IBM'in Avrupa bölgesine mal sağlayan İskoçya'daki fabrikasını. Amerika'daki laboratuvarlar prototip tasarımı bitirip, yazılım ve teknik testlerini yaptıktan sonra ' ürünün reçetesini' (bilgisayarda kullanılması gereken tüm parçalar, kablo, kart, kitap vb.) ve prototipini fabrikaya yolluyorlar. Fabrika seri üretime geçmeden önce, üretim bantlarına adaptasyon ve seri üretim kalite kontrol testleri yapıyor. Ek olarak da Avrupa bölgesindeki ülkelerin, bir bilgisayarın kendi ülkelerinde satılmadan önce geçmesini şart koydukları testlere uygunluk kontrol ediliyor. Tüm bunlar aşılınca sıra seri üretime geliyor. Her bir boş kasa, üzerinde o bilgisayarın üretim reçetesini taşıyarak üretim bandına giriyor. Her istasyon takması gereken parçayı, önce istasyonun yaptığı işi denetleyen bilgisayardan kontrol ediyor, sonra takıyor. Böylece yanlış bir parçanın takılmasının önüne geçilmiş oluyor. Tüm istasyonlardaki bilgisayarlar, ana bilgisayara bağlı olduğundan üretimle ilgili bilgiler her adımda izlenebiliyor. Böylece oturduğunuz yerden mesela Türkiye'den siparişiniz üretildi mi, yola çıktı mı görebiliyorsunuz. Tüm parçalar takıldıktan sonra herşeyin çalışıp çalışmadığı kontrol ediliyor. Kozmetik kontroller yapılıyor. Disklere işletim sistemi ve diğer yazılımlar yükleniyor. Tekrar herşeyin çalıştığı denetlendikten sonra ambalajlanıyor. Ambalajlanmış ürünler arasından Kalite Kontrol gurubu düzenli örnekler alıp her şey yolunda mı diye tekrar bakıyor. Her şey yolundaysa açık hava koşullarına dayanıklı ek bir ambalaj ile ürün sevk edilmeye hazır hale getiriliyor. Yirmi dakikalık ziyaret sırasında öğrendiklerim bunlar. Eminim meslekdaşımın anlatırken girmediği başka detaylar da vardır. Bu örneği verdim. Çünkü sektörümüzde çok yaygın bir soru var: İkisinde de aynı işlemci var, aynı bellek var, neden bunu değil de öbürünü alayım? Fark alınan üründe, işçilik ve malzeme kalitesinde, beraberinde sunulan serviste, güvencede, kullanım kolaylığı sağlayan araçlarda. Gizli değil. Ben IBM Türk Limited Şirketi'nde ürün yöneticisiyim. Üstelik sekiz yıldır IBM'deyim. Bilen zaten biliyor. Örneği IBM'den vermemin nedeni deneyimimin böyle olmasından. Böyle bir örnek vermeyi seçmemin nedeni ise kesinlikle belli bir gurup insanı, şirketi ya da ürünü hedef alıp küçümsemek değil, sadece aradaki farkı anlatmak. Anlatmak ve size bir tercih sunmak. Zaten şimdi Türkiye'de montaj yapan şirketler arasında da kaliteyi ön plana çıkarmaya, yeni teknolojileri sunmaya ve yazılımları lisanslı olarak vermeye özen gösteren şirketler var. Ama hala yapan da var, yapmayan da. Bilerek iki uç örnek verdim. Tercihinizi karşılaştırmalı olarak yapabilesiniz diye. Benim hedefim birinci sınıf bir köşe yazarı olmak ve yazdıkça öyle kalmak. Orada mıyım, ne kadar yolum var, eksiklerim neler? Bunları bana ancak siz söyleyebilirsiniz. Karşınızda birinci sınıf bir dergi bulmak istiyorsanız, bizleri (dergiyi hazırlayanları) buna yönlendirmelisiniz. Bizler birinci sınıf bir okur kitlesine ulaşmak istiyorsak, sizlere birinci sınıf bir dergi sunmalıyız. Bu karşılıklı olumlu etkileşim, bizleri, sektörümüzü ve dalga dalga, yavaş yavaş ama kararlı bir şekilde ulusumuzu, ülkemizi birinci sınıf yapacak bir çok temel başlangıç noktalarından biri. Çünkü birinci sınıf olmak bir tutumdur ve etkisi, sonuçları tüm yaşamımızı etkiler. Birinci sınıf olmak ve bunu sürdürmek için elele verelim mi? |